1950'li yıllarda kaleme aldığı yazılarında İslam'ın Türk toplumu için taşıdığı anlam ve değeri, geçmiş siyasi iktidarlarca tatbik edilen din politikalarındaki hataları, anayasal bir ilke olan laikliğin hiçbir hukuki tanımının olmamasının yol açtığı sorunları, Türkiye'deki din eğitimi ile Diyanet İşleri Başkanlığı ve eğitim kurumları gibi din işleriyle ilgili teşkilatların yetersizliğini ilmi yöntemlerle ve soğukkanlı şekilde incelemektedir.
Yâ sâhibeyi-ssicni eerbâbun muteferrikûne ḣayrun emi(A)llâhu-lvâhidu-lkahhâr(u). Mâ ta’budûne min dûnihi illâ esmâen semmeytumûhâ entum veâbâukum mâ enzela(A)llâhu bihâ min sultân(in)(c) ini-lhukmu illâ li(A)llâh(i)(c) emera ellâ ta’budû illâ iyyâh(u)(c) żâlike-ddînu-lkayyimu velâkinne ekśera-nnâsi lâ ya’lemûn(e)
“Ey benim hapishane arkadaşlarım! Çeşit çeşit düzme tanrılara inanmak mı daha iyi, yoksa tek olan ve bütün varlığı kudretine boyun eğdiren Allah’a inanmak mı? Allah’ı bırakıp da kendilerine taptığınız şeyler, sizin ve atalarınızın uydurduğu içi boş birtakım isimlerden ibarettir. Allah onların tanrı ve mabud olabileceklerine dair hiçbir delil indirmemiştir. Hüküm verme yetkisi yalnız Allah’a aittir. O da, kendisinden başka hiçbir varlığa kulluk yapmamanızı emretmiştir. İşte doğru olan tek din budur; fakat insanların çoğu bunu bilmez.”
Bir ülkeyi helâk etmek istediğimizde oranın şımarmış yöneticilerine (iyiye yönlendirici) emirler veririz; onlar ise orada günah işlemeye devam ederler, sonuçta o ülke helâke müstahak olur, biz de oranın altını üstüne getiririz. ﴾16﴿